Günaydın Kozmos,

Bu yepyeni bir başlangıç olsun...

Bu Blogda Ara

19 Temmuz 2012 Perşembe

Eriyiş

Kaç saat oldu bilmiyorum, öylesine yürüyordum yılgın ve umutsuz. Kör bir kuşun uçuşu gibi, nereye gittiğini bilmeden, başıboş...  Hiçbir şey görmüyordum, düşmemek için inatla direnen gözyaşlarımın  buğusundan başka. Düşselerdi rahatlayacaktım; kirli sokaklara akıtacaktım içimdeki fırtınalı denizleri ve yeniden birşeyler yeşertecekti en temiz duygularım. Her şeyden öylesine bıkmıştım ve yorgun düşmüştüm ki savaşmaktan; yine de içimde bir korku vardı şiddetle esen değişim rüzgarlarına karşı. Savrulup gideceğimden, kontrolsüz kalacağımdan korkuyordum. Oysa sürekli "bundan daha kötü ne olabilir ki" diye soruyordum kendime. Birden gözyaşlarım süzülüverdi.  Bıraktım kendimi, beni nereye sürükleyeceklerse... Belki sakin bir göl kıyısı belki de vahşi bir nehrin dalgalarına. Hiçbirşeyin önemi yoktu.
Birden kendimi bir parkta, güllerin arasında buldum. Aniden hafızası yerine gelmiş, kayıp biri gibi hissettim. Gözlerim açılmış, karanlıktan çıkmışçasına kamaşmıştı bu güzelliğin karşısında. Betonlar arasındaki kayıp cennet...
 Mis kokulu, kırmızı, pembe aşk çiçeklerinin içine çöktüm. Sevdiğim tek erkeğin bana verdiği ilk çiçek geldi aklıma. Utangaç bir delikanlı edasıyla aşkını sunduğu o kırmızı gül. Hala en sevdiğim kitabımın arasında saklı. Tanrım! Keşke bütün bunlar kötü bir rüya olsa...
Uyanıp, herşeyden kurtularak, gerçekte beni bekleyen yaşamıma kavuşsam. Maalesef taptaze bir gerçekle karşı karşıyaydım. Sanki başka şeyler düşünsem, sıyrılıp gidecektim bu sıkıcı yaşamdan, herşey farklı olacaktı. Bunları düşünerek sahte huzurun peşinde koşmak ve oyalanmak istemiyordum. Ama gerçek nedir ki, herkese göre değişen, soyut birşey. İnançlarımızdır gerçeği somut kılan. O anda daha önce hiç düşünmediğim birşey geldi aklıma. Yalnız kalırsak gerçek dışı olacak, varlığımızı yitirecektik. Başkalarına, karşı koyulmaz bir gereksinmemiz vardı sanki. Tanrıya inandıkça tanrının varolması gibi. Birilerinin de bana inanması, varlığımı hatırlatması gerekliydi. Eve koşup kendimi kocamın sevgi ve huzur dolu kollarına atmak için dayanılmaz bir arzu duydum. Sanki o olmazsa yaşayamazdım, onsuz huzur bulamazdım, sevgi bulamazdım hiçbir yerde. Onu ne kadar çok sevdiğimi şimdi çok daha iyi anlıyordum. Aradığım sakinliği şu anda başka kimse veremezdi bana. Hemen bir taksiye binip eve geldim. Çok değişik duygularla doluydum, sıcacık birşeyler akıyordu sanki içimden. İlk defa aşık oluyormuş gibi, acele etmezsem son treni kaçıracakmış gibi heyecanlıydım, nefesim kesilmişti. Kapıyı çaldım. Artık içim rahattı, en çok sevdiğim yere, evime gelmiştim. Uzun süre bekledim. Nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Biraz rahatlamıştım, her zaman olduğu gibi yürüyüş iyi gelmişti, tıpkı birşeyleri kaybedip yeniden bulmak gibi, elimdekilerin ne kadar değerli olduğunu, hayatımın sadece bana ait ve bir kere yaşanabilir olduğunu daha iyi anlamıştım. Böyle düşünürken uzun zaman geçmiş olacak, kapı hala açılmıyordu. Belki de biricik kocacığım her zamanki gibi televizyonun karşısında uyuyakalmış ya da dışarıya çıkmıştı. Cebimde anahtarlarımı aradım, kapıyı açtım. İçeride hiç ses yoktu. Salona gittim. Her zamankinden farklı görünüyordu, eşyaların yarısı yoktu, başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Mutfaktan sesler geliyordu, telaşla mutfağa gittim. Lavabodan, kirli bulaşıkların arasından sızan sular yerde küçük, bulanık bir göl oluşturuyordu. Musluğa elimi attım. Boğazımda birşey düğümlendi. Ben... Ben korkunç bir hata yapmıştım… Hatırlayamıyordum. Geçmişte bir yerlerde, düşünmenin bile günah olduğu, ölümle cezalandırılan bir suç işlemiş olmalıydım. Bu kadar kötü ne olabilirdi? İçimden bir ses geri dönüşü olmayan dikenli, çatallı, kara bir yola girdiğimi söylüyordu. Birileri beni uyarmış mıydı? Hatırlamıyordum. Derken bir yıldız düştü gözlerimin önüne. Biri söylemişti bana yanlış olduğunu, çok sevdiğim biri. Şimdi adını bile hatırlayamadığım. Neler oluyordu böyle, korkmaya başladım.  Mutfağın kapısına öylece çöktüm. Sanki biri beynimde bir düğmeye dokunmuş bütün arızayı gidermişti, içerisi aydınlanmış gibi geldi bana. Bütün bunların nedeni bir balyoz gibi indi beynimin bütün kıvrımlarına. Dün sabah,  aşırı sevgisinden boğulduğum, yalnız kalmayı seçtiğim için sevdiğim erkekten boşanmış olduğumu hatırladım.
Ve bir buz gibi eriyip yokolmaya başladım...

Aşk tek kişiliktir


Aşk tek kişiliktir. Yani kişiye özeldir, yalnız yaşanır. Aşık olunan kişiyle birlikte yaşanıldığı düşünülen ve Ataol Behramoğlu’nun “Aşk İki Kişiliktir” şiirine rağmen.

Aşk bir kişiliktir. Çünkü aşk, ona verdiğiniz anlamla hayat bulur ve kimse, hiçbir zaman sizin verdiğiniz anlamı, değeri aynen veremez ona. Hayatta her şeyde olduğu gibi.

Fizik kuralları bile görecelidir.  Ve düşüncelerimiz, duygularımız zaten hiçbir kurala dayanmaz, dayanamaz. Paylaştığımızı düşündüğümüz, sandığımız duygular daima değişir. İnsanlar değişir, duygular değişir, aşk değişir. Aşkı en yoğun anlarında bile yaşarken iki kişi farklı yorumlar, anlamlandırır. Böylece yeryüzünde yaşanan, düşünülen, deneyimlenen her şey bir kişiliktir. Sadece insan egosuna dayanır.