Günaydın Kozmos,

Bu yepyeni bir başlangıç olsun...

Bu Blogda Ara

12 Aralık 2014 Cuma

Merlin Böyle Buyurdu

aşkla sulanmış bir coğrafyada
kutsanmış nehirler akar yokuş yukarı
ve somon balıklarınınki kadar doğaldır
yüzmek akıntıya karşı...

çünkü gerçek, aşkta gizlidir
ve aşk her şey demektir aşık olunduğunda
gerisi de yoktur zaten...

aslında bütün mesele de budur hayata dair...

Merlin böyle buyurdu...


23 Kasım 2014 Pazar

Kesik

I
Gözlerini açmaya çalıştı. Kirpiklerinin arasından sızan ışık rahatsız etti. Başını kaldırmaya çalıştı. Aynaya dayadığı ve başını yasladığı sağ eli uyuşmuştu. Yavaşça gözlerini açtı, aynada kendini gördü. Tuhaf bir surattı gördüğü, onunla alakası olmayan. Bulanık bir yüz, kızarmış gözler. Bakışlarını odaklayamıyordu bir türlü. Bu yüzü daha önce de görmüştü –kafayı her bulduğunda bu karmakarışık suratla karşılaşıyordu. Picasso’nun kadınları gibiydi, yüzü birbirine karışmış; sevmiyordu bunu. Kırmızı, mor, belirsiz hatlar. Gözleri iyi görmediği için mi yanılıyordu, yoksa gerçekten böyle mi görünüyordu merak etti. Zaten dışarıdan nasıl göründüğünü hep merak ederdi. Tekrar aynaya baktığında arkasında bir siluet belirdi. Kızın teki tuvaletin altından sürünerek çıkıyordu. Dirseklerini soğuk mermere dayadı, başını elleri arasına aldı. “Hayata bak... Tanrım…” Sonra kıza sevimli bir bakış attı ve göz kırptı. Her şeye rağmen eğleniyor gibiydi, içinde tiksinti duysa da eğlenme isteği vardı işte. Ne kadar zamandır burada durduğunu merak etti. Saatine baktı, 05.45’di. Galiba son baktığından bu yana yarım saat geçmişti. Demek ki yaklaşık on beş dakikadır buradaydı. Doğrulmaya çalıştı ama başı fena halde dönüyordu. İçinden iğrenç bir şeyler taşmaya başladı. Bıraktı ve kustu. Yüzünü yıkadı, rahatladı.

Artık geri dönmeye “eğlenmeye” hazırdı. Tek problem kimlerle olduğunu hatırlamıyordu. Bu kalabalıkta nasıl tanıyacaktı ki.

“Offff…” En sevmediği bölüm de buydu işte. Her zamanki gibi şansını deneyecekti. Tuvaletten çıktı, etrafa bakınmaya başladı. Başı dönüyordu. İnsanlar dans ediyordu, müziğin ritmine kendisini bıraktı. Birazdan biri geldi yanına, tanıdık bir tarzda. “İnsanları tanımak ne zor -fiziksel olarak. Acaba bu adamla tuvalete gitmeden önce tanışıyor muydum? Ya da ne kadar yakından tanıştım? Aman ne önemi var ki? Çekici sayılabilir. Başka biri gelip müdahale edene kadar idare edebilirim…” diye düşündü.

Kocaman ekranda, boşlukta salınıp duran, sürekli hareket eden şekiller vardı. Sonsuz mavi heyecan verici morlara ulaşıyor, oradan tehlikeli kırmızılar ve korkutucu şeffaflıklar görülüyordu. Gözlerini alamıyordu.  Her şey devinim içindeydi. Etraftaki bütün vücutlar müziğin ritmine uymaya çalışıyordu. Bütün vücutlar en az yedi-sekiz yaş gençti. Ama ya ruhlar? Bütün bunları algılıyor muydu? 

Müzikse ilerlemeyi, hareketi ve üstelik de yükselişi sürdürüyordu. Devamlı tekrarlayan ritmler, aslında sürekli değişiyor, sürekli ilerliyordu. Çünkü hiçbir şey yapmasan da ya da aynı şeyi tekrarlayıp dursan da zaman değişiyordu ne de olsa. İşte evrim! Değişimi gerektiriyordu. Değişim de ne demekse?

Bu müzik tüm kasları, sinirleri harekete geçiren, hissetmeni, farkına varmanı sağlayan olağanüstü bir şeydi. Sevişmek gibiydi. Küçük bir ürpermeyle usulca başlayan, yükselen, yükselen… Oradan doruklara ulaşan ve bir çığlık gibi patlayan…

***

Yeni güne merhaba.

Korkunç başı ağrıyordu. Yataktan güçlükle kalktı, tuvalete gitmesi gerekiyordu. Derhal su içmezse ölecek gibiydi, dili kelimenin tam anlamıyla damağına yapışmıştı. Kalktı, ayağı bir şeylere takıldı. Bu bir erkek pantolonuydu. Midesi bulandı. Arkasına bakmak istemiyordu. Kustu, tam da pantolonun üstüne içindekileri boşalttı.

Yataktaki uyandı. Kaçacak zaman yoktu, dönüp arkasına baktı. Telaşlı bir bakışla karşılaştı. Yatağa uzandı yeniden…

Devinimle birlikte gözlerinin önünde parlak renkler, belirsiz şekiller oluşmaya başlamıştı. Sürekli değişen gölgeler. Birbirinin içine geçmiş sarmallar dönüp duruyordu gözkapaklarının içinde. Öylesine açık tutmaya çalışıyordu ki kendisini, bu zorlama şakaklarına keskin bir bıçak gibi saplandı. Kulaklarında bir müzik, daha doğrusu bir ritm belirdi. Vücudunu ritme uydurdu...

Doruklara ulaştığında sarsılarak uyandı... Bu olağanüstü idi... Vücudunda gezinen elleri hissetti. Sonra midesi bulandı, güçlükle banyoya koştu. İçindeki her şeyi boşaltıp bir güzel temizlendi ve yatağa geri döndü.

Küçük bir çizik attı şah damarına, memnuniyetle ve minnetle. Oluk oluk kan fışkırdı yatağa. Kırmızı bir sperm gibi.


***

11 Kasım 2014 Salı

uykusuna sığmayan düşler

 I
bilirsin ki
unutulmuş ölüler
yaşayan unutulmuşlardan
daha mutludurlar

bilirsin ki
sessizlikte açılıp giden
öylesine söylenmiş kelimeler
açıklar kendini
öylece... kendiliğinden...

hissedersin
yorgunsundur
ama özel olmak
kendini kazandırır yeniden kendine

yokluğunu duyduğun sıradanlaşmış ilişkiler
süregelir
elinden kayıp gider
başıboş

***


unutursun
hatırlatılır
çok özelsindir
ama elverişsizlik alır koynuna seni
hiçbir şey elde edilemez gibi görünür
uğraşmalıdır belki...

***


durgun bir suda bırakırsın kendini
başkasının yastığına
yeniden açarsın gözlerini
birliktelik denebilecek büyük uyanışa



II
“sakin ol” diye yinelerdim kendime
dağınık yatağımda
darmadağınık hayatımı düşünürken

huzur bulurdum sendeki limanda

ay parlardı
uykusuna sığmayan düşlerle
bakardın gözlerime

bir yıldız kayardı
gecemizin içinden
kelimesiz konuşurduk saatlerce

bilirdik kaybedeceğimizi
olumsuzluğu uzaklaştırmaya çalışırdık
bizden
dost olurduk yeniden
iki yalnız, yakın insan
yenik gözlerle dalardık birbirimize

***


parçalanmış hayatlarımızla tutunmaya çalışırdık
birbirimize
zamansız bir aşkı yaşamaya

uykusuna sığmayan düşlerimiz
soyunurdu deliliğe

***


özlemim dağıtırdı gücümün parıltısını
aşk kimsenin gücünü tüketmemeli
“kapatıyorum” derdin bana
neyi kapattığını bilmeden
buruk bir duygu çöreklenirdi boğazıma

emin olmak isterdim
kapatılmak ağır gelirdi bana

bir şey vardı bilmediğin
ben kapatmadığım sürece
kapanamayacağını hiçbir şeyin
bilmiyordun
beni kalbindeki saf kızın
gölgesine sığdırmaya çalışıyordun

***


istediğim sadece
ayrılığın yenilgisini yüreğimde taşımanın
zor geldiğini anlatmaktı

anlatmak isterdim sana
her zamanki gibi
çok seçmeli anlamlar sığdırırdım sözcüklerime
senden gelen yanıtlar
bana benzerliğini kanıtlardı
ve ben
bana ağır gelirdim her seferinde

emin olmak isterdim
senden ve önce kendimden
emin olmak

oysa bunca değişkenlik içinde
böyle güvensiz yaşamaya
alışmam gerektiğini anlayamazdım



III
her zamanki kararlı adımlarımla gelmiştim
sana
güvenli, kendinden emin
ve sıradan bir yalnızlık duygusuyla
seni istiyordum
ama eninde sonunda
bana vereceğin acıya hazır değildim

bile bile
koynunda bulduğum geçici huzura
süzüldüm

***


derinliklerimde gördüğün
parıltıya hayrandım belki de
“aşk, kendini bulmaktır
sevgilinin gözlerindeki sana aşık olmaktır”
demiştin

gözlerimi açık tutmam gerektiğini biliyordum
aşkın büyüsüne kapılıp
seni görememekten
ve yeterinde seni yaşayamamaktan
ürküyordum
bir şeyleri kaçırmak da telaşlandırıyordu beni

gururum öfkeli merakıma
yenik düşüyordu
anlayamadığım sözcükler
karartıyordu gözlerimi
kendime sığdıramıyordum bedenimi
ve sana yazmamaya söz veriyordum
her defasında
tutamayacağımı bilerek



IV
gözlerim ve kulaklarım telefona kilitli
mahkumiyetini yaşıyordum

tutsak olmak da garip bir haz veriyordu
aslında

***


ödünç alınmış mutluluktun benim için
ama ödünç alınan şeylerin
uzun sürmeyeceğini biliyordum
bunu bilmek içimi kanatıyordu

eski sayfaları açılmıştı yüreğimin
aynı hatalara düşüyordum

yazgımızın ince çizgisini
ayırt edemediğimiz anlarda
yaşamdan uzak kalacağımızı biliyordum
ama elimden bir şey gelmiyordu
sadece üşüyordum

***


kılıçlarımı öylesine kuşanmıştım ki sana
ve kalkanlarımla korunmaya çekilmiştim ki
kendimden
seni göremiyordum

korkuyordum
körler gibi savaşıyordum görünmeyen düşmanlarla
asıl düşman bendim
bilemiyordum

***


bir şeyleri kopartıp atınca içimden
çürümüş duvarlar gibi dökülüyordu
her şey geçmişimden
karanlıkta asılı kalan gölgelerle
çırpınarak batıyordum derinlerine

kurtulmak istemiyordum tutsaklığından

***


ateşlenmiş vücudumun merdivenlerine dayadığın ellerin
öldürüyordu beni
sense yeniden emeklemeyi öğreniyordun
bedenimde



V
acılarımızın kıymığı batıyordu direncimize
yenildiğimiz kara sevdalarda kayboluyorduk
birlikte

yararı olmuyordu sevgilim
“önümü göremiyorum” diyordun
ama ben çok net görüyordum
her şeyi
yıllardır içinde taşıdığın öfkeye
yenisini katacağını ve yaşlanacağını
biliyordum



VI
uykusuna sığmayan düşler
gerçeğe uyanır
sonunda düşlerinin yastığını alıp
gittin

daha önce hiç terkedilmemiştim
sorgusuz ve açıklamasız

cevaplar bulmaya çalışıyordum
kendimi hırpalıyordum durmadan
sense korkuyordun
bütün bulabildiğim buydu
korunmaya çekilmiştin benden

beni yargılıyordun
cezam ağır bir sessizlikti
çok ağır

tüketilmiş ilişkilerini tekrarlayıp duruyordun
seni anlıyordum
seni anlıyordum ama hak veremiyordum sana

evet sevgilim korkularını anlıyordum
çünkü sonu gelmeyecek hiçbir şey için
sonu çoktan gelmiş bir şeyleri
terk etmenin anlamı yoktu

***


seni kaybetmenin kızgınlığı yüreğimde
umarsız yürüyordum karanlığına gölgenin
gücüm hayaline yenik düşüyordu
sana değil



VII
uykusuna sığmayan düşler
eninde sonunda geleceğe dayanır

gelecek parlak görünmüyordu
benim için
unutmaya çalışıyordum
ama içimdeki öfkeli ezikliği taşıyamıyordum
korkaklığına kızıyordum
çünkü aşkı yaşamak cesaret isterdi
kendine güvenmeden bana soyunduğun için
seni öldürmek geliyordu içimden

***


bir kapı açıldı
sen kapandın
ben aralık kaldım

bir öfkeyle sıyırdığım paçamı
bir umutla kurtaramadım

biçimsiz yollara koyuldum
meraklı bir düşün içinde kayboldum

zaman bile terk etti beni...