I
Gözlerini açmaya çalıştı. Kirpiklerinin arasından sızan ışık rahatsız etti. Başını kaldırmaya çalıştı. Aynaya dayadığı ve başını yasladığı sağ eli uyuşmuştu. Yavaşça gözlerini açtı, aynada kendini gördü. Tuhaf bir surattı gördüğü, onunla alakası olmayan. Bulanık bir yüz, kızarmış gözler. Bakışlarını odaklayamıyordu bir türlü. Bu yüzü daha önce de görmüştü –kafayı her bulduğunda bu karmakarışık suratla karşılaşıyordu. Picasso’nun kadınları gibiydi, yüzü birbirine karışmış; sevmiyordu bunu. Kırmızı, mor, belirsiz hatlar. Gözleri iyi görmediği için mi yanılıyordu, yoksa gerçekten böyle mi görünüyordu merak etti. Zaten dışarıdan nasıl göründüğünü hep merak ederdi. Tekrar aynaya baktığında arkasında bir siluet belirdi. Kızın teki tuvaletin altından sürünerek çıkıyordu. Dirseklerini soğuk mermere dayadı, başını elleri arasına aldı. “Hayata bak... Tanrım…” Sonra kıza sevimli bir bakış attı ve göz kırptı. Her şeye rağmen eğleniyor gibiydi, içinde tiksinti duysa da eğlenme isteği vardı işte. Ne kadar zamandır burada durduğunu merak etti. Saatine baktı, 05.45’di. Galiba son baktığından bu yana yarım saat geçmişti. Demek ki yaklaşık on beş dakikadır buradaydı. Doğrulmaya çalıştı ama başı fena halde dönüyordu. İçinden iğrenç bir şeyler taşmaya başladı. Bıraktı ve kustu. Yüzünü yıkadı, rahatladı.
Gözlerini açmaya çalıştı. Kirpiklerinin arasından sızan ışık rahatsız etti. Başını kaldırmaya çalıştı. Aynaya dayadığı ve başını yasladığı sağ eli uyuşmuştu. Yavaşça gözlerini açtı, aynada kendini gördü. Tuhaf bir surattı gördüğü, onunla alakası olmayan. Bulanık bir yüz, kızarmış gözler. Bakışlarını odaklayamıyordu bir türlü. Bu yüzü daha önce de görmüştü –kafayı her bulduğunda bu karmakarışık suratla karşılaşıyordu. Picasso’nun kadınları gibiydi, yüzü birbirine karışmış; sevmiyordu bunu. Kırmızı, mor, belirsiz hatlar. Gözleri iyi görmediği için mi yanılıyordu, yoksa gerçekten böyle mi görünüyordu merak etti. Zaten dışarıdan nasıl göründüğünü hep merak ederdi. Tekrar aynaya baktığında arkasında bir siluet belirdi. Kızın teki tuvaletin altından sürünerek çıkıyordu. Dirseklerini soğuk mermere dayadı, başını elleri arasına aldı. “Hayata bak... Tanrım…” Sonra kıza sevimli bir bakış attı ve göz kırptı. Her şeye rağmen eğleniyor gibiydi, içinde tiksinti duysa da eğlenme isteği vardı işte. Ne kadar zamandır burada durduğunu merak etti. Saatine baktı, 05.45’di. Galiba son baktığından bu yana yarım saat geçmişti. Demek ki yaklaşık on beş dakikadır buradaydı. Doğrulmaya çalıştı ama başı fena halde dönüyordu. İçinden iğrenç bir şeyler taşmaya başladı. Bıraktı ve kustu. Yüzünü yıkadı, rahatladı.
Artık
geri dönmeye “eğlenmeye” hazırdı. Tek problem kimlerle olduğunu hatırlamıyordu.
Bu kalabalıkta nasıl tanıyacaktı ki.
“Offff…”
En sevmediği bölüm de buydu işte. Her zamanki gibi şansını deneyecekti.
Tuvaletten çıktı, etrafa bakınmaya başladı. Başı dönüyordu. İnsanlar dans
ediyordu, müziğin ritmine kendisini bıraktı. Birazdan biri geldi yanına,
tanıdık bir tarzda. “İnsanları tanımak ne zor -fiziksel olarak. Acaba bu adamla
tuvalete gitmeden önce tanışıyor muydum? Ya da ne kadar yakından tanıştım? Aman
ne önemi var ki? Çekici sayılabilir. Başka biri gelip müdahale edene kadar
idare edebilirim…” diye düşündü.
Kocaman
ekranda, boşlukta salınıp duran, sürekli hareket eden şekiller vardı. Sonsuz
mavi heyecan verici morlara ulaşıyor, oradan tehlikeli kırmızılar ve korkutucu
şeffaflıklar görülüyordu. Gözlerini alamıyordu.
Her şey devinim içindeydi. Etraftaki bütün vücutlar müziğin ritmine
uymaya çalışıyordu. Bütün vücutlar en az yedi-sekiz yaş gençti. Ama ya ruhlar?
Bütün bunları algılıyor muydu?
Müzikse
ilerlemeyi, hareketi ve üstelik de yükselişi sürdürüyordu. Devamlı tekrarlayan
ritmler, aslında sürekli değişiyor, sürekli ilerliyordu. Çünkü hiçbir şey yapmasan
da ya da aynı şeyi tekrarlayıp dursan da zaman değişiyordu ne de olsa. İşte
evrim! Değişimi gerektiriyordu. Değişim de ne demekse?
Bu
müzik tüm kasları, sinirleri harekete geçiren, hissetmeni, farkına varmanı
sağlayan olağanüstü bir şeydi. Sevişmek gibiydi. Küçük bir ürpermeyle usulca
başlayan, yükselen, yükselen… Oradan doruklara ulaşan ve bir çığlık gibi
patlayan…
***
Yeni
güne merhaba.
Korkunç
başı ağrıyordu. Yataktan güçlükle kalktı, tuvalete gitmesi gerekiyordu. Derhal
su içmezse ölecek gibiydi, dili kelimenin tam anlamıyla damağına yapışmıştı.
Kalktı, ayağı bir şeylere takıldı. Bu bir erkek pantolonuydu. Midesi bulandı.
Arkasına bakmak istemiyordu. Kustu, tam da pantolonun üstüne içindekileri
boşalttı.
Yataktaki
uyandı. Kaçacak zaman yoktu, dönüp arkasına baktı. Telaşlı bir bakışla karşılaştı.
Yatağa uzandı yeniden…
Devinimle
birlikte gözlerinin önünde parlak renkler, belirsiz şekiller oluşmaya
başlamıştı. Sürekli değişen gölgeler. Birbirinin içine geçmiş sarmallar dönüp
duruyordu gözkapaklarının içinde. Öylesine açık tutmaya çalışıyordu ki kendisini,
bu zorlama şakaklarına keskin bir bıçak gibi saplandı. Kulaklarında bir müzik,
daha doğrusu bir ritm belirdi. Vücudunu ritme uydurdu...
Doruklara
ulaştığında sarsılarak uyandı... Bu olağanüstü idi... Vücudunda gezinen elleri
hissetti. Sonra midesi bulandı, güçlükle banyoya koştu. İçindeki her şeyi
boşaltıp bir güzel temizlendi ve yatağa geri döndü.
Küçük
bir çizik attı şah damarına, memnuniyetle ve minnetle. Oluk oluk kan fışkırdı
yatağa. Kırmızı bir sperm gibi.
***