Günaydın Kozmos,

Bu yepyeni bir başlangıç olsun...

Bu Blogda Ara

9 Haziran 2011 Perşembe

Bir Ressamın Güncesi

Ressamın takviminden bir gün
Sevgili Günce,
Yıllardır tuttuğum defterleri bir kenara bıraktım. Son zamanlarda beni değişime uğratan o kadar çok şey yaşadım ki. Çok üzülmeme rağmen benim için yararlı olduğu şüphesiz. Hayattaki herşey, iyi de olsa kötü de mutlaka birşeyler kazandırıyor insana. Benim “Aydınlama” çağım olarak görüyorum bu dönemi ve yeni bir başlangıç yapıyorum. Ve sevgili günce sen de bu başlangıcın bir simgesi olacaksın.
Bir sanatçı olduğum için yaşam boyu yaptığım herşeyin sanatsal bir niteliği olsun istedim. Bu düşünceyle kendimi baskı altına aldım ama sanırım buna değer. Soluduğum havada sanatçı kokusu var; kendini beğenmiş, kimseye bir yarar sağlamayan aşağılıklar. Bu kadar alçağın bir arada bulunması ne yazık ki hiç sanat kokusu yaymıyor etrafa, yalnızca bukalemunun yarattığı renk cümbüşünü yansıtıyor. Bunun da ne kadar sanatsal olduğu tartışılır. Bu durumdan çok bunalmış olmama rağmen, hala çekip gidemiyorum.

Mutluluk ne kadar subjektif birşey. İnsanı mutlu eden nedenler ortadan kalkınca herşey birdenbire değişiveriyor. Mutlu olduğunu kavradığın o kısacık zaman diliminde, seni cesurca hayata bağlayan şeyler hızla uzaklaştığında herşey birden çekilmez oluyor. Büyük bir yanılgıya düşerek, değişime uğramış olduğunu sanıyorsun. Oysa değişen sadece faktörler. Benim “Aydınlanma” çağım mutsuzluğa sürüklenerek, ne kadar anlamsız yaratıklar olduğumuzu farketmemle başladı. Hayatın gerçek tadına varamadan delicesine koşuyoruz o küçücük anı yakalamaya çalışarak. Ve herşeyimizi kaybettiğimizi sanıyoruz, huzursuzluk veren birşeyler olduğunda.

Yeni bir başlangıç yaptım, çünkü mutluydum o zırvaları yazarken, delicesine yüzüyordum aşk denizinde. Beynimizde yanılsamayla dolu kıvılcımlar çaktırarak sigortalarımızı attırmaktan başka ne verir ki insana mutluluk?

Bir keresinde sevgili Virginia’mı resmetmiştim. Güneşin ışıkları altın haleler saçıyordu, rüzgarda uçuşan kırmızı saçlarına. Dudakları hafifçe aralanmış, gülümsüyordu. Gri gözleri masum ve aynı zamanda davetkar ışıldıyordu. Ona karnaval için aldığım Anna Karenina kostümünü giyiyordu. Azgın dalgaların dövdüğü, keskin kayaların üzerinde oturuyordu, manzaranın vahşiliği içinde sakin bir mutluluk yayıyordu etrafına. Güneş parıldıyor, bir tarafta da fırtına habercisi kara bulutlar çevreliyordu gri-mavi gökyüzünü. O zamanlar çözemediğim ama tuhaf bir şekilde etkilendiğim, Virginia’nın çelişkilerini yansıtıyordu bu tezat manzara. Onun, Virginia ve Victorya oluşumları kayalarla bütünleşiyordu. Sözlerle değil, ancak renklerle tarif edilebilir bir kusursuzluk içindeydi.
Resim yaparken fazla düşünmem, duygularıma kulak veririm çoğu kez. İçgüdülerim, o gün benden böyle bir doğa yaratmamı istemişlerdi, yıllar sonra anladım nedenini.

Resme Virginia adını verdim. Sergimin ilk gününde bir kolleksiyoncu almak istedi onu. Ondan ayrılmak içimden gelmedi, onu verirsem Virginia’yı kaybedecekmiş gibi bir korkuya kapıldım. Bir daha hiçbir zaman o kadar güzel bir portre yapamadım. Sonra da stilimi tümüyle değiştirdim. Kendi kargaşamı yansıttım tualime. İnsanlar bundan çok hoşlandılar, hiçbir zaman anlamasalar da.
Artık karanlık ve ölüm dolu günler var önümde. Ama cesur bir savaşçı olma kararındayım. Öldüğümde Victorya yayınlayacaktır güncemi, eski tatlı Virginia’m. Bir zamanlar taptığım kadın Virginia (bakire), şimdi ise zaaflarımdan yararlanan bir kan emici Victorya (zafer, ki o gerçek bir zafer tanrıçasıdır).

İki gün sonra
Bütün gün deliler gibi içtim. Öğleden sonra bir öğrencim uğradı. Güzel ve akılsız bir delikanlı. Zamanını yeteneklerini boşa harcamakla geçiriyor. Yoğun bir duygusallık döneminde, yönlendirilmesi şart. Biraz zor algılıyor, uyuşturucudan beyni sulanmış gibi.
Öğretmenlik yapmak, bu günlerde istediğim en son şey. Onunla daha çok içki içip konuşuyoruz. Sanırım bana aşık olmaya başladı. Bana dokunmaktan kendini alamıyor, saçma bahanelerle elimi tutuyor, dizime sürtünüyor. Ben de pek aldırmıyorum doğrusu.

Bugün kadın ve sanat hakkında sıkı bir tartışmaya girdik. “Neden bütün ressamlar çoğu zaman kadınları çizmek ister?” diye sordu. Sonra da erkek bir “nü”nün ne kadar sıradışı birşey olacağını tartıştık. “İlgi çekici bir fikir, bir gün denerim belki. Belki de sen böyle bir deneyimle günün birinde ünlü bir ressam olursun” dedim. “Neden şimdi denemiyoruz” diyerek soyunmaya başladı. Güzel bir vücudu var. İnce hatları, daha çok bir kadının zarafeti ve kırılganlığını hatırlatıyor bana. Sanki onu incitirsem hemen bırakıp gidecek gibi bir hali var. Resim yapacak havada olmadığımı söylememe rağmen çok ısrar etti. Ben de birşeyler karalamaya başladım. Bir süre sonra yanıma gelerek neler yaptığımı görmek istedi. Kayda değer birşey olmadığını görerek benimle şakalaştı ve beni öpmeye çalıştı. Ben de kısa bir süre için karşılık verdim ona. Sonra daha ileri gitmek istedi, elleri o kadar hızlı hareket ediyordu ki ona engel olamıyordum. Başım dönmeye başlamıştı, onu güçlükle kendimden uzaklaştırdım ve gitmesini söyledim. Boynunu bükerek çıktı gitti.

Böyle olmasını hiç istemezdim. O kadar çok içmiştim ki, tabi bu hiçbir zaman geçerli bir sebep değildir. Üstelik o çok genç ve beni gözünde çok büyütüyor. Ona yardımcı olmam gerekirken, oyunlarına katılarak ümit verdim, sonra da onu kovdum. Ne sersemce bir davranış, kendimden iğreniyorum.

Bir gün sonra
Gece çığlıklar içinde uyandım. Ter içindeydim, bir sıtma nöbetine yakalanmışçasına titriyordum. Acayip bir rüya görmüştüm. Saatin 4.00 olmasına aldırmadan annemi aradım. Biriyle konuşmam lazımdı, annem konuşacak en iyi kişidir.

Rüyamda, büyük bir binanın duvarlarını boyuyordum. Karanlık bir geceydi, resim de çok kasvetliydi. Gri, lacivert, siyah ve kahverengi, uyumsuz bir sürü renk. Hiç canlı renk yoktu, en sevdiğim kırmızıdır. Şekiller daha çok geometrikti. Boyarken de hiç hoşnut olmadığımı hatırlıyorum. Birden iskele sallandı. Yanımda siyah bir şekil belirdi, bir insan silüeti gibiydi ama, tam olarak hiçbir şeye benzemiyordu. Korkuyla elimdeki boya kutusunu düşürdüm, duvardan kırmızı- pembe renkler akmaya başladı. O anda bir şimşek çaktı, gece aydınlandı. Her yerimden kanlar aktığını gördüm.

Sabah baş ağrısıyla uyandım. Bütün gün hiç birşey yapmadan dolaştım.

Ertesi gün
Bugün çalışmak için büyük bir istek duyuyorum. Aklıma güzel bir fikir geldi. Evimin duvarlarına fresk çalışacağım. Bu benim en büyük eserim olacak, beni ve evimi ölümsüzleştirecek. Sanırım gördüğüm rüyadan kaynaklanıyor, ama şimdiye kadar yapmak istediğim tek şey buymuş da ben anlayamamışım gibi geliyor bana.

Aynı günün akşamı
Evet, yeryüzünde bir gezginim yalnızca, bir yolcu! Sizler bunun ötesinde misiniz ?
Goethe

Hayır. Kendi adıma ben yalnızca zamanın beni sınırlandırdığı bir durağanlığı yaşıyorum, sürüklenmek yolculuk olarak sayılmazsa!

Bir gün sonra
Salondaki bütün duvarları boşalttım. Eşyaları ortaya çektim. Taslakları hazırlamaya başladım. İçimde yeni bir resme başlamanın verdiği her zamanki coşku var, ama çok daha güçlü bir şekilde.

Altı gün sonra
Bir insan düşünün ki yaşamaktan vazgeçmiş, hayata bir anlam katabilme çabasında devinip duruyor boş yere. Kendi kabuğunda, yeni yaşam şekilleri oluşturmaya çalışıyor. Ama yalnızca sanatını geleceğe taşımak için. Bu ne büyük bir çelişki, öyle değil mi? Üstelik de pek içten değil, altında biraz beğenilmek, takdir edilmek ve ölümsüzleşmek isteği yatıyor gibi.

İnsan felsefesini hayata geçiremedikten sonra ona teorik anlamlar katmış neye yarar? Herşey o kadar boş ki. Artık yaşamaktan yoruldum.

Ressamın son günü
Virginia, küçük bakire kadın,
Sonsuz denizlerin soğuk perisi
Ve ıssız çöllerin kraliçesi
Sıcak iklimlerden gelen tatlı bir esinti
Ve kulaklarıma aşk şarkıları fısıldayan rüzgar
Esrarengiz bir boyutta yalnız benim üstüme yağan sağanak
Ve birdenbire kopan fırtına
Ve o fırtınadan beni kurtaran yabancı
Bazen de çok tanıdık biri gibi aniden giriverdin yaşantıma

Önceleri kopmasından korktuğum, direndiğim
Sonraları koparıp atmak istediğim
Bana bütün duyguları aynı anda yaşatan
Sen; çelişkiler ülkesinin yolcusu
Şimdi neredesin

Değişimden korkan sen
Alay ederek deliliğe vururken öfkeni
Kendini Victorya’ya dönüştürüverdin birden
Ve içine hapsettiğin duygularında boğuldun

Sevgili Victorya,
Saygıdeğer kadın. Bazılarının dediği gibi, seni de görmeye giderken kırbacını unutmamalı. Oysa çoktan kırbacımı sana kaptırdım ben. Sen bütün kalbinle ihanet ettin inançlarımıza.

Sana bu son mektubum. Öfkeyle dolu olsam da, sana karşı hep yeniğim. Kendime küçük düşmek çıldırtıyor beni. Ve son kez sesleniyorum. Kalbimin derinliklerinden gelen hırıltılar zafer çığlığına dönüşüyor. Duy sesimi… Esaretinden sıyrıldım…

Yayıncının notu
Ressamın ölümü sanat dünyasında şok etkisi yarattı. Bıraktığı son eser ve ölümü gerçekten korkunçtu.
Evinin bir duvarına boydan boya yaptığı tablo, gördüğüm en dehşet verici şeydi. Gerçek gibiydi.

Karanlık, ıssız bir gece…
Etrafta kayalıklar ve uzaktaki dağların silüeti. Göz kamaştıran bir ateş yakılmıştı ortada. Ateşin kırmızı, sarı haleleri rüzgarda dalgalanıyor, sanki elini uzatsan yakacakmış gibi bir gerçeklik hissi veriyordu. İnsanın gözlerini dağlayan, yine de bakmaktan alamadığı bir çekiciliği vardı. Freskin en korkunç kısmı ise -bunu tasvir edebilecek gücü kendimde bulamıyorum- darağacıydı. Ağacın bulunduğu yerde duvara kalın bir dal parçası çakılmış, ucundan ilmek sarkıyordu. İşte ressam elinde güncesiyle kendini bu ağaca asmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder